2 Şubat 2014 Pazar

BENİM SEVGİLİ KALÇA ÇIKIĞIM





         Bazen oturur, düşünürüm bu zamana kadar ne yaşadım, bunları yaşamamın sebebi nedir, ne öğrendim diye. Yine birgün bunları düşünürken aklıma doğuştan olan kalça çıkığım geldi. Allah allah neden olmuştu ki bu, bana ne anlatmak istiyordu? Yeni doğan bir bebeğe nasıl bir mesajı vardı? Ve ben bunu bu yaşıma kadar nasıl oldu da sormamıştım ? Heralde doğru zaman bu zaman dedim ve başladım düşünmeye. 

         Doğrusunu söylemek gerekirse kalça çıkıklığımı hatırlamıyorum sadece zaman zaman, kare kare belirli görüntüler gelir gözüme. Peki neden bu şekilde doğmuştum, ne öğrenmem gerekiyordu, öğrenmiş miydim acaba ? Bilirsiniz düşünmeye başlayınca akla gelmeyecek şeyler gelir insanın aklına, birbirine bağlanıverir düşünceler ve saklı kent görülüverir. Başladım kazmaya...

     Kalça çıkıklığım doğuştan olmuştu ve tombiş bir bebek olmamdan mütevellit doktorlar farkedememişti. Anneannem birgün kendisi teşhis koyuyor ve kalça çıkığı olduğumu farkediyor ve soluğu Bursa'nın en iyi çocuk ortopedistlerinden olan Ermeni asıllı Gayyur Kapur'da alıyorlar. Doktorum o zamanlar sanıyorum ki 50-60 yaşlarında tecrübeli bir doktordu ve beni gördüğü andan itibaren anlıyor "doğuştan kalça çıkıklığı" olduğunu ve diyor ki,  "Dua edelim de 2 bacakta birden olmasın". Dualar kabul ediliyor heralde ki, tek bacağımda olduğu ortaya çıkıyor. Tabii iş teşhis koymakla bitmiyor, hemen bacaklar alçıya alınıp demirlere bağlanıyor, bir yaşında, tam yürüme yaşına gelen, doktorumun tabiriyle minik tombiş Meltem, yürüyemiyor. Çevremdeki tüm çocuklar yürürken ben demirlere bağlanıp, kemiğin kaynamasını sabırla bekliyorum. Şanslıysam bir mucize gerçekleşecek ve ben yürüyebileceğim. Doktorum kesin bir şekilde aileme şunu diyor "Ben bu tombişi iyileştireceğim, gönlünüzü ferah tutun". Ve haklı çıkıyor; iyileşiyorum, sağlıklı ve güzelce yürüyebiliyorum... 

      Doktoruma çok şey borçluyum, o kadar harika bir insandı ki, anlatmakla bitiremem. Gerçek "insan"dı o benim için. Bana bakarken gözlerini ışıl ışıl görmek, bana kendimi gerçekten bir mucizeymişim gibi hissettirmesi, sevgisini koşulsuz şartsız herkese vermesi, herkesin içinde olan potansiyelin çıkmasına yardım etmesi benim gözümden onu en sevilen arkadaşa dönüştürüyordu. Sanıyorum ki bir tek benim en iyi arkadaşım değildi, ona gelen her çocuğun en iyi arkadaşıydı o. "İyileşmez" denen her çocuk ona getiriliyordu ve iyileşiyordu. En iyi arkadaşımdan da çok şey öğrenmiştim; işimi severek yapmayı, insanlara sevgi ve şevkat göstermeyi, çocukları sevmeyi, insanın içindeki o mucizevi potansiyeli görmeyi... Üstelik benim içimdeki mucizeyi çıkarmama yardım etmesi, inanmayı, güçlü olmayı aşılaması sayesinde, gelecekte yaşayacağım epilepsinin üstesinden kolaylıkla gelebilecek ve yine "iyileşmez" denen hastalığı iyileştirecektim. İlk adımımı geç atacaktım ama bunun karşılığında harika bir arkadaşım, inancım, umut dolu ve gerçekleşmeyi bekleyen hayallerim ve 18 yaşıma kadar en iyi arkadaşımdan her doğumgünümde aldığım kartpostallarım olacaktı, değmez miydi ?

      Hepsine değdi ve iyileştim ama şu an bile o anki halimi hissedebiliyorum; minik bir bebeğin kaldırabileceğinden daha fazla bir sabır gösterisi sergilemişim. Yürümeye can atan minik bir kalp, hayatta atacağı ilk adımı umutla bekleyen bir kalp ve arkasından gelen geç kalmışlık ve sabırsızlık hissi ve sinirlilik . Her zaman karanlık yanlar aydınlığa dönüşecek değil ya, yürümek, oyun oynamak için can atan o minik kalbim, sabırla beklemek durumunda kalmıştı ve artık hiç bir şey için beklemek istemiyordu. O zaman nasıl sabır sergilediysem, çocukluğum sabırsızlıkla geçti. Çok sabırsızdım . Ben hayatı yaşamaya sabırsızlanıyordum, geç kalmıştım, herkesten sonra atmıştım ilk adımımı. Bu yüzden hayatı hemen yaşamak için hep erken kalktım, hala da erken kalkarım. Hep sabırsızlandım bir şeyleri yaşamak için, büyümeyi, hayallerime kavuşmayı herkesten çok istedim ben, çünkü ben geç kalmıştım. Sabretmek, bir şeyi gerçekleştirmek için beklemek benim için en büyük işkence olmuştu. Bu yüzden okulda yıllık yapılan projeleri, bir haftada tamamlayıp bitirdiğimi bilirim. Kafamdakine hemen ulaşmalıydım. Hatta sabredemedim, 10 yaşımda konservatuvarı kazanarak üniversiteli oldum. İşte burada artık sabırsızlığım sökmeyecekti. Enstrüman çalmak öyle bir yıllık projeleri bir haftada yapmaya benzemiyor. Ciddi bir adanmışlık ve sabır süreci gerektiriyor. Ama ben konservatuvar hayatım boyunca yine erken kalkıyor, herkesten önce okulda oluyor ve çalışmaya başlıyordum. Burada zaman kavramımın dengelendiğini hissediyorum çünkü müzik yapmak benim için AN'da kalmak demek. Müzikte dengeleniyordum. Şimdi ki işim olan yaşam koçluğu da bana bu dengelenmeyi sağlıyor. Hem dengelenme hem arınma. Yaşam koçluğu da tam bir sabır ve süreç işi gerçekten ve elimden geldiğince insanların atmak istedikleri, atmaya cesaret edemediği, inanmadığı adımları atmalarına yardımcı oluyorum. Tıpkı bebekliğimde yaptığım gibi; sabırla, inançla, umutla onların ilk adımlarını atmalarını ve benim tombiş bir bebekken gerçekleştirdiğim mucizeyi gerçekleştirmelerini izliyorum. Süreç kısmı yine eski zamanlardaki gibi kendiliğinden geliyor, çünkü ortada gerçek bir kabul, inanç ve umut var. 

         Ve şöyle bir bakınca farkediyorum da kalça çıkıklığımın armağanları o kadar çokmuş ki. Bugüne kadar bunları nasıl farkedememişim. Her sabah hayatı yaşamak için heyecan ve coşkuyla kalkmıştım, geç kaldığımı düşündüğüm için çalışkan ve zaman yönetimini çok iyi yapabilen bir insan olmuştum, sabredemediğim için kısa sürede iyi işler çıkarmayı öğrenmiştim ve bu davranışlarım sayesinde de girdiğim alanlarda da başarı benim için çoğunlukla kaçınılmaz olmuştu. Zaman zaman bu hediyeleri görmediğimde battığım da oluyordu elbet. Çünkü kalça çıkıklığı, tanrının bana bir armağanıydı. Bu armağanı almamayı seçtiğimde, isyan ettiğimde batıyordum, başarısız oluyordum. Kabul etmeyince sanki; büyü bozuluyor, beceriksiz, zamanı boşa harcayan biri olup çıkıyordum. Ancak o kabul gerçekleştiği zaman armağanı görebiliyor ve alabiliyordum. Açıkçası bunlar kendiliğinden olmuş hep, ben bunları şu anda farkediyorum. Hala zaman zaman hediyeleri görmediğim, geri teptiğim oluyor ama artık kabul ediyorum. Evet hayatta ilk adımımı geç atmıştım ama hiç değilse atmıştım. 

             Şimdi geç kalmak mı? İyi ki o ilk adım geç gelmiş de, tombiş Meltem dün her ne olmuşsa bile her sabah hayata yeni baştan, sanki ilk adımıymış gibi heyecanla ve coşkuyla başlayabiliyor. Artık o ilk adımın hesabını sormayı bıraktım ve her gün attığım ilk adımlar için şükrediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder