12 Temmuz 2015 Pazar

Hiç Bir Kıyaslama Mutlu Son İle Bitmez




Çağımızın en büyük problemi KENDINI KEŞFEDEMEMEK ve POTANSİYELİ FARKEDEMEMEK Bunlar yetmezmiş gibi bir de toplumca hobimiz olan kıyaslama ile daha da zayıf düşüyoruz.

 "Komşu kızı Ayşe tıp tutturdu ya sen?" "Kuzenin Mehmet aynı anda 2 bölüm birden bitiriyor sen daha bir bölümü bitiremedin!" "Eeee sen daha iş bulamadın mı mezun olalı 1 yıl oldu, bizim kız mezun olur olmaz atandı!"
 Örnekler uzayıp gidiyor...
Sahip oldukları yetenekleri hesaba katmadan her insanı, her çocuğu aynı eğitime tabii tutmak, kıyaslamak ve aynı sonucu beklemek bir "soykırım"dır. Maalesef böyle bir yaklaşım gelecekte güçsüz bir toplumu ve mutsuz bireyleri kalıcı hale getiriyor!

Ve bu insanlar bizim insanlarımız, bizim çocuklarımız...

 İş yerinde satış hedefini tutturamadı diye işten kovulan sanatçı ruhlu insanlarımız, fen sınavından düşük not aldı diye azar işiten, ruhu edebiyat kokan çocuklarımız...

Bir de son dönemin modası var !  
Yeteneklerini belirlediğim bir çok danışanımda çok sık karşılıklaştığım bir durum; yeteneği dışındaki alanlarda kendisine zorla sunulan bu eğitimi başarmakta zorlanan çocuklara “dikkat dağınıklığı” veya “konsantrasyon bozukluğu” teşhisi koymak…

Yetenek tespit edildiğinde büyük bir çoğunluğu kendiliğinden kayboluyor.

Ve kimsecikler bu trajik tabloya sesini çıkarmıyor.

Bireyler yeteneği olmayan alanlarda başarılı olmak için çabaladıkça daha da dibe batıyor ve ileriki yaşlarında toplumun problemli kesimini oluşturuyor.


Peki hiç düşündün mü senin de en az o tıp tutturan Ayşe kadar başarılı olduğunu, kuzenin Mehmet gibi zeki olduğunu, mezun olur olmaz iş bulanlar kadar değerli olduğunu...

Aklına bunu lütfen kazı!
 Sen de herkes gibi YETENEKLİSİN, senin de için de bir CEVHER yatıyor. Sadece keşfetmen için seni bekliyor.

Çünkü...

HER İNSAN YETENEKLİ, DEĞERLİ VE ÖZELDİR...

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Anne Babalar Dikkat ! Çocuğunuzun Hangi Yeteneğe Sahip Olduğunu Öğrenmek İster Misiniz?

"Eğer eninde sonunda kendi ile barış içinde olmak istiyorsa bir müzisyen müzik yapmak, bir ressam resim yapmak, bir şair şiir yazmak zorundadır. İnsanın neye yeteneği varsa onu olmak zorundadır."  -Abraham Maslov 


Dün "Özgün Yetenek Sistemi" ile  yeteneklerini belirlemeye başladığımız bir danışanımın annesiyle görüşme yaparken, bana "Meltem hanım oğlumun o alana yeteneği yok, o alana bakmanıza hiç gerek yok" dedi. Bunun üzerine kendisine buna nasıl karar verdiğini sorduğumda, önce kendisinin el yordamıyla karar verdiğini, sonradan okulda yapılan 30-40 soruluk rehberlik testlerinden bir tanesinin uygulandığını anladım. Ancak test sonucu tamamen yanlıştı !  Çünkü bir bireyi tanımak yalnızca 30-40 soruluk testler ile doğru sonuç vermiyor ! Çocuk kendisinin daha akıllı, daha zeki görünebileceği cevapları işaretleyebiliyor. Ben yüksek lisans çalışmalarımı yurtdışında  "yetenek ve sanat terapileri araştırmaları" üzerine yaptım ve Türkiye'de gerçek anlamda %100 sonuç veren bir yetenek belirleme sistemi olmadığını anlayıp, geri kalan çalışmalarımı burada yapmaya karar verdim ve uzun yıllardır da bu alanda yaptığım çalışmaların sonucunda  dünyada en etkin sonuç veren yetenek belirleme sistemlerini bir araya getirerek "Özgün Yetenek Sistemi"ni geliştirdim.

Çünkü benim ülkem bu alanda çok mutsuz. Benim ülkemin çocukları, benim ülkemin insanları çok mutsuz... Öyle ki Türkiye, Dünya Global Endeksi'nin yaptığı araştırmaya göre mesleklerinde en mutsuz olan 3. ülke ünvanını kazanıyor.

Bu konu gerçekten çok hassas güzel annem, düşünceli babam. Biliyorum çocuğun için en iyi olanı istiyorsun. Ancak bu sadece çocuğunun öğrenci koçunun ya da rehberlik öğretmeninin karar verebileceği bir alan değil. Uyguladıkları testler yetersiz kalıyor ve net sonuç veremiyor. Çünkü yetenek konusu içinde çok fazla dinamikleri olan bir konu. Ve Türkiye'de maalesef bilimsel olarak yetenekleri ortaya koyan bir sistem yok. Özgün Yetenek Sistemi bu anlamda Türkiye'de İLK olma özelliğini taşıyor. Bilimsel sonuç veren ve bireyin tüm yeteneklerini ortaya çıkaran, özel yetenek uygulamalarıyla 2 yaşından itibaren tüm bireylere ve kurumsal alanda şirketlere uyguluyor ve çok güzel sonuçlar alıyoruz.

Türkiye İstatistik Kurumunun  2011 yılında yaptığı Yaşam Memnuniyeti Araştırmasına göre ülkemizde insanların %75'i yeteneklerini KEŞFETMEDİĞİ için YANLIŞ MESLEK seçmiş. Sence bu bir tesadüf mü? Şu ana kadar yapılan uygulamalar gerçekten doğru sonuç verseydi o zaman bu kadar işini sevmeyen, mutsuz insan çıkar mıydı benim ülkemden?

Sen çocuğunun müzik yeteneği var zannedersin ancak müzik yeteneğinin altına gizlenmiş, ifade ve duyarlılık yeteneği olabilir. Belki çok iyi bir psikiyatrist olacakken bir bakmışsın mutsuz bir piyanist olmuş. Daha önce yeteneklerini belirlediğim danışanlarımdan bir tanesi ise hiperaktivite raporu ile gelmişti. Çocuk kinestetik bir çocuktu. Yani dokunsal yetileri gelişkindi, bu sebeple derslerinde çok hareketli olduğu için öğretmenlerine ve arkadaşlarına karşı uyumsuz davranışlar sergiliyordu. Çünkü bu öğrenci gözleri ve kulakları ile öğrenmiyordu sadece bilgiye dokunması lazımdı öğrenmesi için. Ancak öğretmenler bu konuda bilinçlendirilmediğinden çocuğun başarısız olduğuna çoktan karar vermişlerdi bile... Çocukta "Özgün Yetenek Sistemi"nin sonucunda potansiyelini %100 kullanabileceği alanının sporculuk ve mesleğinin de yapılan analizler sonucunda yüzücülük olduğunu ortaya çıkardık. Şu anda kendisi milli yüzücü olarak yarışlara katılıyor, derecelerine sürekli yenilerini ekliyor. Artık kinestetik olmasını avantaja çevirdi ve çok başarılı bir sporcu oldu, hiperaktivite teşhisi kendiliğinden ortadan kalktı. Ve artık derslerinde de çok başarılı çünkü yetenekleriyle buluşan bireyler yaşamlarında daha doyumlu, dengeli bir hayat sürüyor ve yeteneklerinin getirdikleri özgüven ve cesaretle, hayatla ve çevresiyle ahenk içinde ilişkiler kuruyorlar. 

Ne yazık ki üç kişiden ikisi ülkemizde bu mutsuzluğu yaşıyor. Bitirmek üzere olduğum kitabımda, danışanlarımda yaşadığım bir sürü vakayla bunu uzun uzun anlatıyorum. Örnekleri o kadar çok ki...

İnsan olduğu kişiyi aramalıdır, bir başkasında gördüğünü değil...

Bunun için de bir an önce harekete geçmen gerekiyor. Çünkü eğitimi yetenekleri üzerine kurulmuş bireyler yaşam boyu mutlu ve başarılı oluyorlar. 

Peki ya sen? Ya da senin için çok özel olan çocuğun?   Bir kere şunu hep hatırla sevgili annem ve babam. Çocuğunun en az bir alanda yeteneği var. Senin evinde de dünyaca ünlü olabilecek bir cevher yatıyor. Peki onun gerçek potansiyeli ne söylüyor biliyor musun?

Eğer bu alanda profesyonel bir yardım almak istersen biz Mucizeler Merkezi'nde Türkiye'de ilk olan "Özgün Yetenek Sistemi" ile danışanlarımızın hayatlarında fark yaratmaları için çalışıyoruz.

Hatırla "Her insan yeteneklidir." Gel birlikte üstü örtülmüş yeteneklerinin tozunu alalım...

Yetenek ve Kariyer Uzmanı
Meltem Karataş

13 Mart 2015 Cuma

10 ADIMDA MUCİZEYE YOLCULUK





Öncelikle bu yazıyı yazmam için bana ilham olan derKİ Genel Yayın Yönetmenim Sevgili Hasan Sonsuz Çeliktaş’a  teşekkür ediyorum. Sanıyorum 3-4 gün önce Hasan bir link paylaşmıştı “Çocuğunuza söylemeniz gereken 10 cümle” şeklinde. Ben de çocuk kelimesini görür görmez hemen atlayıverdim linke, beni tanıyanlar bilirler daha konservatuvar yıllarımdan beri çocuklardaki yetenek kavramı üzerine uzun yıllardır araştırmalar yapıyorum. Bu yüzden çocuk kelimesi ben de algıda seçicilik yaratmış durumda, hemen dikkatimi çekti. Yalnız benim ilgimi asıl çeken Hasan’ın paylaşımın üzerine yazdıklarıydı. Yazıyı Pedagog Nuray Erdemli yazmıştı. Ve çocuklarımızla iletişim kurarken dikkat etmemiz gereken hususlardan bahsediyordu. Ve Hasan’ın yorumu da “aslında tüm bunların biraz yapay olduğu ve bunları aktaran uzmanların tüm bunlara ne kadar dikkat ettiği konusundaydı”. Yorumuna bayıldım, doğru söylüyordu Hasan. Evet bunlar bize yapay geliyordu. O an beynimde bir ışık çaktı. Bunlar çocuklarımızla iletişim kurmamız için gereken 10 cümleydi de, bize yapay gelmesinin sebebi neydi? Üstelik okuduğumda farkettim ki çok da güzel cümlelerdi, peki biz bunları niye uzun süreli ve kalıcı olarak yapamıyorduk çocuklarımıza karşı? Bir noktada sabrımız niye tükeniyordu, hemen neden içimizden ya da dışımızdan öff diyorduk, kısaca bunlar bize niye yapay geliyordu?  Neden geliyordu, çünkü doğamızda yoktu. Hz.  İsa’nın çok sevdiğim bir sözü var, diyor ki;         


“İnsan kendinde olanı harcar.” 

Çocuklarımıza bu şekilde davranamıyorduk çünkü bu içimizde yoktu.Elbette ki bize yapay gelecekti. Çünkü kendimize karşı hiç bu şekilde yaklaşmamıştık. Çünkü hiç bir zaman bize bu öğretilmedi.  Biz de olmayan bir şeyi nasıl harcayabilirdik ki. Bu öğretilmediği gibi bir de tam aksi öğretilmişti. Yani başkalarını mutlu etmemiz gerektiği. Biz ancak o zaman sevilebilirdik ve o zaman kendimizi değerli hissedebilirdik. Ancak bu da öyle bir paradoks ki, içten içe mutlu olmak için başkaları için bir şey yaptığınızı bilirsiniz ve içinizde parçalar sürekli çatışır durur. Yani mutluluğa ve mutluluğun karşılığında iyilik yaptığımız herkese borçlu kaldık biz. Evet hem de topluca borç aldık. Çünkü bize kendimizi sevmenin, kendimizi iyi hissetmenin, kendimiz için güzel bir şey yapmanın doğru olduğu öğretilmedi. Bana da öğretilmedi, benim ailem de bilmiyordu, çünkü tam tersi öğretilmişti, anaların evlatları için saçını süpürge ettiği, babaların eve ekmek getireceğim diye alnının terini sokaklarda bırakması gerektiği gibi… Elbette ki çocuklarımızı ve ailemizi düşüneceğiz ama tüm bunları kendimize borçlu kalarak yapamayız.   

'Özsevgi ve özsaygıyı kendikendimize karşılayamadığımız sürece hayatımızın tümünü birilerine borç ödeyerek geçirmek zorunda kalacağız.'

Özsevgi ve özsaygı üzerine detaylı bir yazı yazacağım ancak şu an asıl istediğim şey Nuray Hanımın çocuklarımıza söylememizi istediği şeyleri kendimize söylememiz. Düşünün 5 yaşındaki bir çocuğa yeni doğmuş bir bebeği ihtiyaçlarını karşılaması için emanet eder miydiniz? Ben etmezdim. Neden? Çünkü 5 yaşındaki çocuğun öncelikle kendi ihtiyaçlarını gidermesi gerekir. Bir başkasıyla ilgilenmeden önce kendini geliştirmesi, büyümesi gerekir diye düşünürüz. İşte biz o 5 yaşındaki çocuklarız. Bedenlerimiz büyüdü, kocaman olduk. Hatta öyle büyüdük ki doktor olduk, öğretmen olduk, mühendis olduk, yazar olduk, kendi işimizin sahibi olduk da acaba ruhumuzun asıl istediği özsaygı ve özsevgiyi kendikendimize karşılayabilecek kadar olgun olduk mu? 

Şimdi sizden rica ediyorum. Hatta bu 10 cümleyi bir yerlere yazın ve lütfen kendinize sık sık sorun. 


1. Bu konudaki çabanı çok beğendim - Bu konudaki çabamı çok beğendim

Kendinizi en son ne zaman takdir ettiniz? Bugün hiç, gerçekten kalpten gelerek takdir ettiniz mi? Ya da sık sık kendinize ‘aferin sana Sevgi, ne kadar güzel bir çay demlemişsin. Bu konudaki çabanı çok beğendim” dediniz. Kendimizi takdir etmemiz için illa ki, 15 kilo vermemiz, bir ödül almamız ya da muhteşem bir iş başarmamız mı gerekiyor yoksa, gün içinde kendinizi sık sık takdir eder misiniz? Unutmayın insan kendinde olanı harcar. Ancak kendimize karşı böyle davranabildiğimizde çocuklarımıza, eşimize, dostumuza, ailemize böyle davranabiliriz. 


2. Seninle bunu yapmaktan çok keyif aldım - Kendimle bu aktiviteyi yapmaktan çok keyif aldım

Danışanlarıma sık sık sorduğum bir soru var sizlerle de paylaşayım. “En son ne zaman sadece kendimiz ile sadece kendimiz için vakit geçirip bundan çok keyif aldık?”

3. Şimdi seni dinlemeye hazırım - Şimdi kendimi dinlemeye hazırım

Gün içinde kendinizi söylenirken bulur musunuz ? Keşke şöyle deseydim, keşke şöyle yapsaydım, neden hala diyete başlamıyorum ki, neden hala istediğim paraları kazanamıyorum, neden hala hayallerimin prensiyle tanışmadım?  Bunlar benim danışanlarımdan ilk başlarda sık sık duyduğum ifadeler. Hala zaman zaman kendimi de “keşke şöyle yapsaydım” derken yakalıyorum.  “Peki kendimizi gerçekten en son ne zaman dinledik?”. Tıpkı en yakın dostumuzun,kardeşimizin bir problemini dinliyormuş gibi şefkatle ve sırtını sıvazlayarak kalpten dinledik? 

4. “Teşekkür ederim” ve “lütfen”

Kendinize teşekkür eder misiniz? Bağırsaklarınıza hiç gerçekten teşekkür ettiniz mi sizin bedeninizde boşaltımı sağladığı için, peki ya kalbinize? Doğduğunuz andan şu ana kadar hiç durmadan sizin için atıyor. Ona kaç defa teşekkür ettiniz? Sizin için senelerdir çalışıyor.

5. Hangisini tercih edersin? Hangisini tercih etmek istiyorum?

 Hiç beklemediğimiz bir şekilde işler ters gitmeye başlamışken “Şu anda ne hissetmeyi seçiyorum?” diye sorduk mu kendimize. Ya da sırf ailemiz istiyor diye hukuk fakültesine girdiğimizde kalbimiz müzik için aşkla çarparken ne yaptık?  Peki şu anda soruyor muyuz? Ben neyi tercih ediyorum? Bu hayatta ne istiyorum? Durumlarımızı her zaman seçemeyebiliriz ancak hislerimiz bizim kontrolümüzdedir ve her zaman bir seçim hakkımız vardır.

6. Biliyor musun bugün ne oldu?

Küçük çocuklara dikkat edin, hatta küçüklüğünüzü anımsayın ‘oyun’ adı altında olayları anlatırlar kendilerine, bazen oyuncaklar aracılığıyla, bazen objeleri konuşturarak yaparlar bunu. Şimdi çocukluğumuzu neden güzel anılarla hatırladığımızı anlıyorsunuz değil mi? Güzel şeyleri kendimize defalarca anlatırdık da ondan. Büyüyünce bize iyi şeyleri anlatırken haddimizi bilmemiz gerektiği, insanların kendini kötü hissedebileceği, kendi başarılarımızı anlatırsak birilerini incitebileceğimiz öğretildi ve sustuk.

7. Seninle gurur duyuyorum - Kendimle gurur duyuyorum

Şöyle gözlerimiz dola dola, dudaklarımız titreye titreye, yüreğimizden duygularımız taşarcasına en son ne zaman gurur duyduk kendimizle? Peki bunu ne kadar sıklıkta yapıyoruz?  

8. Bu konuda senin için yapabileceğim bir şey var mı? Yardım edebilir miyim? - Bu durumda kendim için yapabileceğim bir şey var mı? Yardım edebilir miyim?

Hayal edin, iş arkadaşınız ağlaya ağlaya yanınıza geldi ve çocuğunun bir kaza geçirdiğini acilen gitmesi gerektiğini ve bugünlük onun işleriyle ilgilenmenizi rica etti. Ne yapardınız ? Hiç düşünmeden yapardık öyle değil mi? Peki kendimize en son ne zaman yargısızca, şefkatle, yumuşak bir dokunuş sergileyerek yardım ettik?

9. “Bana yardım eder misin?” “Teşekkür ederim, işimi çok kolaylaştırdın.”

Cem Yılmaz’ ın bir şakası vardır izleyenler bilir. Bahsi geçen bir Faruk Eczanesi vardır skeçte. Türklerin “bilmiyorum” deme gibi bir özelliği olmadığını söyler. Çok derin kanayan bir yaramıza parmak basar aslında, toplumsak sıkıntımızdır. “Bilmiyoruz” dersek güçsüz oluruz, ayıplarlar sonra elalem ne der diye düşünürüz ve lügatımızdan “bilmiyorum” kelimesini çoktan çıkarmışızdır. Bu kelimenin bir kardeşi de bence yardım istemektir. Yardım istediğimizde sanki güçsüz, savunmasız ya da beceriksiz olduğumuzu düşündüğümüzden yardım istemeyiz. Yapılan araştırmalar şirketlerin %60’ının bu yüzden battığını söylüyor. Her işi kendimiz yapmaya çalıştığımızdan görev yetkisi veremiyoruz ve tükeniyoruz. Tanıdık geldi mi size bu, çağımızın problemi;

'Tükenmişlik Sendromu'

10. Seni anlıyorum/ anlamaya çalışıyorum - Kendimi anlıyorum

Kendimizi anlamamız için neye ihtiyacımız var? İlla ki haklı mı olmalıyız, alanımızda 1 numara mı olmalıyız? Yemeği yaktığınızda, belgeleri yanlışlıkla bilgisayardan sildiğinizde, o davayı kaybettiğinizde, başarısız olduğunuzda da kendinizi anlıyor ve ihtiyacınız olan şefkati kendinize verebiliyor musunuz? Kendinize yere düşmüş bir çocuğa sarılır gibi sarılabiliyor musunuz?

Tüm bunları kendikendimize karşılayamadığımızda, paradoksal bir şekilde karşı taraftan da alamadığımızı, alsak dahi borçlu olduğumuzu söyleseydim ne kadar şaşırırdınız? Zaman zaman siz de böyle hissetmiyor musunuz?

Gelin hep birlikte bugün kendimiz için bir şeyler yapalım. Aynanın karşısına geçin ve gözlerinizin içine bakın. Hiç bir şey düşünmeyin sadece bakın. Etin, kemiğin ötesine geçin, gözlerinizde kaybolun. Hoşlanmadığınız bir şey olduğunda kafanızı çevirmeyin, kendinize karşı tarafsız olana kadar bakmaya devam edin. KORKMAYIN. Kendi gerçekliğinizi gözlemliyorsunuz. Kendi varoluşunuzla gurur duyun, takdir edin ne kadar yüce bir ruh olduğunuzu, takdir edin sizin için aşkla atan kalbinizi. Ve dışarıda aradığınız mucizeye kendinizde ulaşana kadar bakmaya devam edin. Çünkü


ARADIĞINIZ MUCİZE SİZSİNİZ

10 Mart 2015 Salı

KONTROLÜMDE OLAN NE VAR?



Dünyanın size nasıl davranacağını kontrol edemezsiniz. Bu kontrolünüz dışındadır. Bunu kontrol etmeye çalışmak da karada kürek çekip kayığın okyanusa açılmasını beklemek gibidir. Oysa tüm bunlar geride dursun seçebileceğimiz şeyler vardır. O da bizim dünyaya ve en önemlisi kendimize dair neler hissedeceğimizdir...

Yaşam dinamiklerle doludur. Bir anda yakın arkadaşınızın 'seni seviyorum' demesiyle mutlu olabilip, yarım saat sonra kendinizi çılgın bir trafikte bulabilirsiniz. Yaşamın trafiğini değiştiremeyebilirsiniz ancak NE HİSSEDECEĞİNİZİ SEÇEBİLİRSİNİZ, tıpkı beğenmediğiniz bir kanalı kumandanın bir düğmesiyle değiştirmek gibi. Bu insan varoluşunun en önemli zenginliğidir. 

Seçebilmek...

Eğer seçtikleriniz hoşunuza gitmiyorsa, size iyi hissettiren şeyleri seçin. Eğer kendinizi iyi hissetmenizi sağlayacak hisleri en son çocukluğunuzda bıraktığınızı düşünüyorsanız, profesyonel bir yardım almanın tam zamanı demektir. Profesyonel bir yardım büyük sıçramaları yaratabilir. Hayal edin, bir anda dişinizi ağrıdığını farkediyorsunuz, öyle bir ağrı ki adeta beyniniz zonkluyor, sanki kafanızda birileri davul çalıyor ne yapardınız? Ya da düşünün bir anda burnunuz kanıyor ve bir türlü dinmek bilmiyor ne yaparsınız? Ben olsam hiç vakit kaybetmeden doktora giderim. 

Peki duygularımız kanadığında, incindiğinde, kırıldığında ne yapıyoruz? 

Meltem Karataş

Yetenek ve Kariyer Uzmanı, Terapist

30 Ağustos 2014 Cumartesi

FAKİRLİK TRENİNE BİNDİM ZENGİNLİK DURAĞINDA İNECEĞİM



"Merhaba Meltem Hanım, bugün seansa biraz gecikeceğim kusura bakmayın, yanlış metroya binmişim." 

Bu yazının konusu danışanımdan da izin alınarak, çalıştığım seansın üzerine oluştu. Danışanım seansa gecikeceğini bildiriyordu çünkü yanlış metroya binmişti. Ona vaktimin olduğunu söyledim. 20 dakika gecikerek seansa gelmişti. Kıssadan hisse, aramızda geçen bir takım diyalogları, danışanımdan da aldığım izinle sizinle paylaşıyorum. 

Danışan: Çok özür dilerim. Hangi istikamete giden metroya bindiğime dikkat etmemişim, kusura bakmayın, geciktim.
Ben: Önemli değil vaktim vardı. Peki bir şey merak ettim; yanlış bindiğinizi nereden anladınız?
Danışan : Yanlış yere vardığımda farkettim ki, metronun hangi istikamete gittiğine dikkat etmemişim.
Ben: Bunu farkettiğinizde ilk olarak ne yaptınız?
Danışan: "Nasıl bu kadar basit bir hata yapabilirim" diye düşünüp tek başıma gülmeye başladım.
Ben: Peki ya sonra?
Danışan: Ilk durakta indim ve geri dönüp diğer metro hattına binmek üzere yeni bir metroya bindim.
Ben: Ve sonra?                                                                                                                                Danışan: Sonrası 20 dakika gecikerek buradayım.                                                                              Ben:Tekrar hoşgeldiniz. Bugün mali konular üzerinde çalışmak istediğinizi söylemiştiniz doğru mu hatırlıyorum?
Danışan: Evet evet, doğru hatırlıyorsunuz. Şu anki işimi çok seviyorum biliyorsunuz ancak gelirimi arttırmak ve artık hakettiğim miktarda parayı kazanmak istiyorum.
Ben: Peki bu varmak istediğiniz arzunuz için hangi istikamettesiniz?
Danışan: Nasıl yani? Anlamadım tam olarak, tabii ki doğru istikametteyim!
Ben: Demek istiyorım ki, şu anda içinde bulunduğunuz metro, sizce sizi, bu hedefinize götürecek olan metro mu? Yani her şeyiyle doğru metroya bindiğinize emin misiniz?

 Danışanlarımla her seansta olumlu tutum konusu üzerinde durduğumuz için farkediyor ve bir anda kahkaha atıyor. "Tamam" diyorum içimden "farkındalık oluştu, sıra engellerini ortadan kaldırmakta".

Ben: Para konusunda sıklıkla neler söylüyor, neler düşünüyor, neler hissediyorsun? Hadi gel ufak bir psikodrama çalışması yapalım. Düşünün ki şimdi ben parayım, neler hissediyorsun? diyorum ve başlıyor benimle, yani parayla iletişim kurmaya.
Danışan: Sanki hem gelirimi yükseltmek istiyorum, hem de parayı istemiyorum. Sizi para olarak düşününce bir an kendimi layık görmedim. Sanki ben çok para kazanmayı haketmiyorum gibi hissediyorum. Ya da ne bileyim sanki çok para kazanınca ben de mi patronum ya da diğer zenginler gibi olacağım?

"İşte" diyorum içimden, kıtlığa götüren, bolluktan uzak tutan düşüncelerden biri takıldı ağımıza.
Ben: Çevrende zengin olan, gelir düzeyinin iyi olduğu insanlar hakkında neler düşünüyorsunuz?
Danışan: Hepsi birilerinin tepelerine çıkarak buralara gelmişler işte?
Ben: Peki tüm zenginlerin hepsi mi?
Danışan: Hayır aslında hepsi değil. Mesela amcam çok zengin bir adam ve işini çok dürüst ve hakkaniyetli bir şekilde yapıyor.
Ben: O halde bu genellemeyi kırabilir miyiz? Sanırım zengin olmak için illa ki birilerinin tepesine basmak gerekmiyormuş, öyle değil mi?
Danışan: Evet aslında.
Ben: Peki bu inancını, genellemeni değiştirsek paraya bakış açın nasıl olurdu sence?
Danışan: Sanırım parayı sevmeye başlıyorum ( diyor ve gülüyor)
Ben : Hedefiniz için doğru metroda olduğunuzu düşünüyor musunuz hala?
Danışan: Birine aşık olmadan evlenmeye kalkmışım da haberim yokmuş ( gülüyor) Sanırım şu an doğru durağa yol aldık.
Ben: Kesinlikle doğru yoldayız.

             Onu sınırlayan inançlarını, düşüncelerini, dilediği hedefe ulaşmasını engelleyen genellemelerini kısacası engellerimizi belirliyoruz ve başlıyoruz, sınırlayan inançları değiştirmeye... Konu para ya da ilişkiler olunca dinamikleri bolca oluyor ve ben yine her seansımda yaptığım gibi Richard Bandler ve John Grinder'a bizi NLP gibi muhtesem bir araçla tanıştırdığı için teşekkür ediyorum. Vaktimizin el verdiği sürece çalışıyoruz. Dediğim gibi para konusu çok dinamikli, geleneksel inançlarımızdan tutun, toplumsal baskılarla en fazla karşılaştığım alanlardan biri. Öyle değil mi şöyle bir düşünün, "Çok mal haramsız, çok laf yalansız" olmaz gibi atalarımızdan miras kalan sınırlamalarımız da mevcut iken, bir de zenginliğe, paraya "elinin kiri" olarak bakan bir toplumuz, ancak bir o kadar da parayı istiyoruz.Yanlış metroya binip doğru istasyonda inmeyi hedefliyoruz, tığkı danışanımın yaşadığı gibi. Kendi istediğimizin önünde duran tek engel biziz ve bizim inançlarımız ve genellemelerimiz. Danışanımda da durum böyleydi. Parayla olan ilişkisinde, kendisine vermek için müsaade ediyordu ancak geçmişten getirdiği, kendisinin bile seansa kadar bilmediği, almakla ilgili bu kadar küçüklüğüne dayalı bir anısı olduğunu bilmiyordu (Hikaye kısmı danışanımın ricasıyla gizli tutulmaktadır). Tabii ki belirli taahhütlerde bulundu, seansta zaten almakla ilgili olan bilinçaltındaki, onu sınırlayan olayın deneyimini değiştirmiştik ancak kendisinin de bakımını yapması ve bu yeni, kendisini hedefe götürecek olan gerçeklik üzerinde çalışması gerekiyordu. Bir hafta sonraki seansa kadar almayı deneyimleyemek için kendine söz verdi. Akşam beni aradığı ve heyecanlı heyecanlı anlatmaya başladı.

"Meltem Hanım inanmayacaksınız ama sizin yanınızdan çıkar çıkmaz bir arkadaşımla karşılaştım, evime bırakabileceğini söyledi, önceden olsa kibarca teşekkür edip geri çevirirdim, bunu demek yerine, memnuniyetle kabul ettim, yolda yemek yemeye karar verdik hatta. Arkadaşımla güzel bir yemek yedik ve tüm hesabı ödemek istedi. Yine eskiden olsa kesinlikle kabul etmezdim, şimdi benimle paylaşmalarına memnuniyet duyarak kabul ettim. Bir sonraki buluşmayı bile ayarladık. Ve beni evime bıraktı." dedi.  Danışanım almayı ve bolluğu deneyimlemeye başlamıştı bile, seanslarımızda bizim için en önemli olan şey arzulanan durum için en kısa sürede sonuçlar almaktır. Kendisine çok mutlu olduğumu belirttim ve başarısından ötürü kutladım.

Tüm bunlar bir seanstan çıkan notlardı. Kim bilir hayatta buna benzer, hayalimizdeki durumları yaşamamızı engelleyen, ne sınırlamalar koyuyoruz, nelerden mahrum bırakıyoruz kendimizi. Evet siz paraya nasıl bakıyorsunuz? Para hakkında sıklıkla neler söylüyorsunuz? Zenginlik deyince ne hissediyorsunuz? Bir düşünün bakalım sizde doğru trende misiniz?


Not: Bu yazıyı yazmama sebep olduğu ve diyalogları paylaşmama müsade ettiği için sevgili danışanıma çok teşekkür ederim. Kendisinin ricasıyla kimliğini gizli tutuyorum ancak bu teşekkürümü okuyacaktır.

Sevgilerimle

Meltem Karataş

29 Mayıs 2014 Perşembe

BİR ZÜMRÜD-Ü ANKA EFSANESİ


Efsaneye göre Simurg (Zümrüd-ü Anka), bilgi ağacının dallarında yaşar ve akıllara gelebilecek her şeyi bilirmiş. Öyle ki, bütün kuşlar ona inanır, başları sıkıştıkça Simurg’un kendilerine yardım edeceğini, onları hep zor durumlardan kurtaracağını düşünürlermiş.
Zümrüd-ü Anka, öleceğini hissettiği zaman kendisine ağacın kuru dallarından bir yuva yapar ve hiçbir zaman ne olduğu anlaşılmayan bir yapışkanla yuvayı sıvarmış. Yuvanın içinde ölümü beklermiş. Ta ki güneş bütün görkemiyle ortaya çıkıp, kuru dalları yakıncaya kadar… Simurg oluşturduğu yuvada yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğarmış…
Bu kısır döngü sürerken, kuşların başına bir gün öyle bir talihsizlik gelmiş ki, Simurg’tan yardım istemeleri gerekliymiş. Birden Simurg’un uzun süredir hiç görünmediğini fark etmişler. Öyle çok beklemişler ki yuvasından çıkıp havalanacağı anı… Sonunda umudu kesmişler. Tam her şeyin bittiğini düşündükleri bir anda, çok uzaklarda ki bir ülkede, Simurg’un kanadından bir tüy bulunmuş. Umutları yeniden yeşeren bütün kuşlar, birlik olup O’nun yuvasına gitmeye karar vermişler…
Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üstünde olan, görkemli Kaf Dağı’nın ta tepesindeymiş. Oraya ulaşmak için, yedi dipsiz vadiyi geçmek gerekiyormuş. Bu vadiler öyle zorluymuş ki yolda bir sürü kuş kaybolmuş…
1. vadi “NEFS” vadisi
Vadiye giren kuşlar öyle şaşırmışlar ki, burası sanki bir cennetmiş. Her şey varmış. Bir anda her şeyi isteyebileceklerini fark etmişler.. Hiç sınır yokmuş. Zevke, sefaya, bütün emellerine kavuşabilirlermiş. İnsanları anlatan masallarda ki gibi; çalışmadan, uğraşmadan mevki makam sahibi bile olabilirlermiş. Öyle çok kuş vadinin sihrine kapılmış, öyle çok şey istemiş ki… Bu vadide bir sürü kayıp vermişler.
2. vadi “AŞK” vadisi
Vadiye girince bütün kuşların gözünü bir sis kaplamış. Gördükleri biçimsiz şekilleri, taşları, odun parçalarını, birer sülün, birer kuğu sanmışlar. Gözleri kör olmuş. Kapılmışlar, sürüklenmişler…
3. vadi “CEHALET” vadisi
Her şey güzel gelmiş gözlerine… Simurg Anka kuşunu bile unutmuşlar. Nereye gittiklerinin ne önemi varmış ki. Orada da gökyüzü, burada da gökyüzü. İlginç nesneler görmüşler, kaya mı ağaç mı ne fark edermiş ki. Önemsemedikçe düşünmemişler. Düşünmedikçe unutmuşlar. Unuttukça yükleri hafiflemiş, gülümsemeye başlamışlar…
4. vadi “İNANÇSIZLIK” vadisi
Vadiye girdiklerinde birden her şey anlamını yitirmiş. Ne olacakmış ki Simurg’u bulsalar. Kesin öleceklerini iddia edenler olmuş. Simurg’un çözüm bulamayacağını söyleyenler olmuş. Bu kadar yolu boşa geldiğini, emeklerinin boşa gittiğini düşünenler olmuş. Kanadı yaralanan bir kuşun aşağıya düştüğünü, hepsinin başına geleceğini bağıra bağıra söylemişler. Yolu tamamlayamayacaklarını ya da tamamlasalar da hiçbir işe yaramayacağını söyleyip geri dönmüş bir sürü kuş…
5. vadi “YALNIZLIK” vadisi
Vadiye giren bütün kuşları korku salmış. Sadece kendileri varmış gibi endişeye kapılmışlar. Acıkan sadece kendi karnının doymasını düşünmüş. Tek başına avlandığı için de başarılı olamayıp daha büyük hayvanlara yem olmuş. Her biri kendi başına hareket etmiş ve yönünü bulmaya çalışmış. Sanki kimse yokmuş gibi yapayalnız hissetmişler. Oysa ki milyonlarca kuş aynı amaç için uçuyorlarmış…
6. vadi “DEDİKODU” vadisi
Vadinin her köşesinde fısıltılar duyulmaya başlamış. En arkada ki kuş, Simurg Anka’nın yeniden doğuşta tüylerinin yandığını söylemiş. Öndeki kuş bunu duymuş, yanan tüylerin tekrar çıkmadığını söylemiş. Bir öndeki kuş bunu duymuş, yanan tüyleri çıkmadığı için Simurg’un gizlendiğini söylemiş. Bir önde ki kuş bunu duymuş, morali bozuk olduğu için Simurg’un, saklanırken, onu görenlere zarar verdiğini söylemiş. Daha öndeki kuş bunu duyunca, herkese zarar veren Simurg’un, dayanamayıp kendini öldürdüğünü söylemiş. En öndeki kuşa, gitmeye gerek kalmadığı, Simurg’un toprak olduğu bilgisi gelmiş. Bir çok kuş geri dönmüş…
7. vadi “BEN” vadisi
Bütün kuşlar vadiye girer girmez, içlerinde değişik bir his uyanmış. Kiminin kanadı biçimsiz gelmiş kimine. Diğeri, her şeyi bildiğini iddia etmiş. Yanlış yoldan gidiliyor diye kargaşa çıkmış. Her kafadan bir ses çıkmış. Herkesin fikri varmış ve doğruymuş. Sanki milyonlarca farklı yol varmış gibi…Hepsi en önde lider olmak istemiş, öne geçmek için birbirlerini ezip durmuşlar… Ta ki vadiden çıkana “BEN”den uzaklaşana kadar…
Ve nihayet vadiden Kaf Dağı’na vardıklarında, dünyadaki bütün kuşlardan geriye sadece 30 tane kalmış. Zorlu vadilerden geçen bu 30 kuş, yuvaya vardıklarında bir de öğrenmişler ki SİMURG ANKA “OTUZ” demekmiş. Onların hepsi Simurg’muş. Yani kurtarıcı, bilge, mükemmel kuş; bu yedi vadiyi geçen kuşmuş.
Nefsine hakim olan, körü körüne bağlanmayan, düşünen, kendini geliştiren, kendine ve başaracağına inanan, hep birlikte hareket edilmesi gerektiğini bilen, yalnız olmayı tercih etmeyen, dedikodu yapmayan ve en önemlisi egosunu eğiten kuşlar Simurg’muş…
Küllerinden yeniden doğan Zümrüd-ü Anka Kuşu…
İşte Simurg'un, Phoenix'in, Zümrüd-ü Anka'nın efsanevi hikayesi...
Efsaneler, hikayeler, masallar her zaman beni çok etkilemiştir. Ancak bu sefer en etkilendiğim efsanelerden olan ve adına şiirler yazılan, eserler bestelenen, filmler çekilen Simurg'u yani Zümrüd-ü Anka' yı yazmak istedim. 
Biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde Eurovision şarkı yarışması gündemlere konu olmuştu. Ben de yıllardır takip ederim Eurovision'u, merak ederim ülkelerin kendilerine has neler ürettiklerini ve onları araştırmak hoşuma gider. Bu yıl birinciliği, bana kalırsa çok açık ara farkla hakeden Avusturya göğüsledi. Avusturya'nın şarkısı; gerek sözleri, gerek müziği ile beni çok etkiledi. 
Tabi sadece müzikleriyle gündeme gelmedi Avusturya. Herkesi bir telaş aldı, temsilcisi Conchita Wurst' a bir etiket yapıştırmak için. Kimisi "Böyle erkek mi olur mu kardeşim?" , "Yok yok dünyanın çivisi çıkmış." gibi yorumlar yaparken, basında "sakallı kadın" gibi söylemler yer aldı. 
Şarkıyı dinlediğim AN'dan itibaren de benim aklımı Zümrüd-ü Anka hikayesi esir aldı. Aslında hepimizin içinde mucizevi bir zümrüdü anka vardı ve o vadiler arası yolculukta tüm bunları unutup  vadilerin büyüsüne kapıldığımızdan, özümüzün mükemmelliğini, hayatımızın asıl amacını unutmuştuk. Hatırlamak elimizde yeterki yolculuğun sadece ve sadece bizim yolculuğumuz olduğunu farkedelim ve kemerleri bağlayıp yolculuğun tüm sorumluluğunu alalım. Başkalarının yollarına bilerek ya da bilmeyerek müdahale ettiğimizde, etiketler yapıştırdığımızda, eleştirdiğimizde kendi içimizdeki mükemmel parçayı adeta o dipsiz vadilere kendi ellerimizle gömüyoruz. Çünkü bilmiyoruz ki, istemediğimiz, beğenmediğimiz, ötelediğimiz her şey biziz ve onlar bizi biz, Zümrüd-ü Anka' yı da mucizevi yapan parçalar. 
Zümrüd-ü Anka; nefsin, aşkın, cehaletin, inançsızlığın, yalnızlığın, dedikodunun ve egonun bütünüydü çünkü. Tüm bunları bilen, farkında olan, kabul eden ve tüm bunları mucizeye dönüştürendi. 
Şimdi karşımızda 2014 Eurovision şarkı yarışmasında "Rise Like a Phoenix" şarkısıyla bize ısrarla, Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmayı söyleyen ve kitlelerin etiket koymaya çalıştığı bir "İNSAN" var. Ve gerek müziğiyle, gerek sözleriyle ve bütünüyle beni çok etkileyen, aklıma Zümrüd-ü Anka'yı getiren bir "İNSAN"  vardı o sahnede.
Tabi ki tüm bu yaşananlar tesadüf değil. Ben altın çağ yükselişinden kaynaklandığını düşünüyorum. Bi tarafta kaoslar yaşanırken bir başka tarafta küllerinden yeniden doğan efsaneler yaşanıyor. Tüm bunları belirleyen vadileri aşarken ki kararlılık, sükunet, kabullenme, sabır ve inancımız. Ve evet dünyanın çivisi filan çıkmıyor. Yaşananlar ısrarla o çivinin de, iyinin de, kötünün de ta kendisi olduğumuzu bize gösteriyor. Farkedenler vadiler arasında mucizevi Simurg'da kendini bulma yolunda ilerliyor, kimileri dipsiz vadilerde kayboluyor. Yolculuk yine de her zaman devam ediyor.
Ve Zümrüd-ü Anka kuşu her zaman küllerinden yeniden doğuyor...
Herkese kendi yollarında kolaylık, ihtişam, huzur ve sağlık dilerim. 
Eee bu kadar bahsettim dinlemediyseniz, buyrun efendim şarkıyı bir de siz dinleyin.
Sevgilerimle...

9 Nisan 2014 Çarşamba

DARTH VADER ANAKİN' E KARŞI



     Dikkat yazı spoiler içerir! Star Wars’u henüz izlemediyseniz ve izlemek istiyorsanız, izleyip öyle okumanızı tavsiye ederim. Ya da siz bilirsiniz, okumak isterseniz okuyun gitsin...

  
     Star Wars izleyenler çok iyi bilirler; güçlü, azimli, engel tanımayan, duyuları keskin, inançlı,  belki de gelmiş geçmiş en büyük Jedi’lardan biri olacak Anakin’in, karanlık tarafa geçip, aydınlık yanını göremeyecek kadar gözlerini nasıl kör ettiğini... Tüm bunun sebebi Yoda’nın da en başta minik Anakin’de yoğun bir şekilde hissettiği korkudur. Master Yoda bilir ki, korku öyle bir illettir ki, karanlık tarafa geçmenin en kaygan, en rahat geçiş yoludur, bilir ki korku insana her şeyi yaptırabilir, karanlık tarafa kolayca geçtirir. Anakin’i Jedi yapma konusunda epey kafa patlatırlar ancak Jedi Konseyinin bildiiği bir kehanet vardır ki, bu kehanete göre Anakin güce denge getirecektir. Ve Anakin, Jedi eğitimine başlar…

     Buradan sonrasını izleyen herkes biliyordur, burada oturup flmi anlatmayacağım ancak bana göre; Star Wars ülkece içinden geçtiğimiz şu durumu en iyi anlatan filmdir. Hatırlamayanlara tekrar izlemelerini şiddetle tavsiye ederim. Anakin, derinlerinde hissettiği “korku” yüzünden, karanlık tarafa geçecektir. Çünkü bunun başka yolu yoktur. Kaybetmekten kaçarak, kazanmaya varabilmemiz mümkün değildir. Ama biz izleyici olarak tüm seriyi en baştan izleyip “filme yukarıdan bakabiliyoruz”. Adeta karanlık tarafa geçen Anakin’e, Darth Vader olsa da, arkasındaki hakikati görüp, filme yukarıdan bakıp şevkat, sevgi besleyebiliyoruz. Çünkü biliyoruz ki, annesinden küçük yaşında kopmasaydı belki, kaybetme korkusu bu denli kendini göstermeyecekti, biliyoruz ki Amidala’yı kaybetmekten korkmasaydı, karanlık tarafa geçmeyecekti. Ve Anakin annesinin ölümünden sonra çok ciddi bir karar alır ve şunları söyler; “Bir daha ne pahasına olursa olsun kaybetmeyeceğim” der. Ve aldığı bu kararı onu çetin yollara savuracak, Darth Vader’a dönüştürecektir. Anakin özünde hem Anakin, hem Darth Vader’dır . Belki Jedi Konseyinin ve Master Yoda’nın tahmin ettikleri ya da istedikleri şekilde, sadece Anakin tarafından gerçekleştirilmez bu güce denge getirme olayı ancak o dengeyi yine Anakin’in bir parçası olan  Darth Vader gerçekleştirecektir. Ve kehanet doğrudur: İmparatoru ve karanlık tarafı bitirecek olan yine Anakin’in, Darth Vader’ın ta kendisidir.
     Tüm bunlar size bir şeyler anımsatıyor mu bilmem ancak bana gerçekten içinde bulunduğumuz durumu en iyi şekilde hissetmeme yardımcı oluyor. Evren’de her şey dengedir. Gündüz-gece, iyi-kötü, karanlık-aydınlık ve daha bir çok zıtlığın dengesidir. Evren de gücün dengelenmesine ihtiyaç duyar, çünkü sistem bunun üzerine kuruludur. Kendi topraklarımıza bakarsak, bir çok savaşlara, ölümlere şahit olmuş bir coğrafyadayız. Bir çok durumun karmları belki de yeni yeni dengeleniyordur; ne dersiniz? Kendi öz oğlunu öldüren Sultan Süleyman’dan tutun, ana-babalarının bağırlarından koparılıp (belki onlar da öldürülüp) Osmanlı topraklarına getirtilen devşirme sistemindeki çocukların karmaları ve daha bir çok karma belki de dengeleniyordur. Henüz resmi yukarıdan göremiyoruz ama aslında belki de görmemiz gerekmiyordur. Çünkü tüm bu yaşananlar bana göre, çok büyük öğretiler içeriyor. Bizdeki Darth Vader’ı bize yansıtan ülke yöneticeleri ve içimizdeki sadece Anakin’i görmek İsteyen biz arasında soğuk savaşlar esiyor adeta. Halbuki biz bu makrokozmosun, mikrokozmozuysak ve bu evren zıtlıkların dengesiyse, her şeyse; biz de her şeyiz. Hem Anakin’iz, hem Darth Vader’ız. Ve karşımızda sürekli karanlık, kötü, tü-kaka diyeceğimiz şeyler varsa dönüp bi kendimize bakmamız lazım; bizi bize yansıtıyor herkes, her şey ve tüm yaşananlar...  “İçindeki o korkak Darth Vader’ı gör, kabul et, sen her şeysin. Kabul et ki, Anakin’e dönüşsün, aydınlığı gör, kucakla. Karmalar tamamlansın, enerjiler dengelensin” diyor adeta.

     Öyle değil mi, geçtiğimiz yerel seçimde kazanmak pahasına her türlü yolu deneyen insanları görmedik mi? Bizim içimizde de olamaz mı kazanmak için her şeyi yapan bir parça? "Hayır, hayır bende yok ne münasebet?” diyebilirsiniz. Ama emin olun ki var ve o parçanızı görmüyor ve kabul etmiyorsunuz ve görüp kabul edene kadar da bize yansıtmaya devam edecekler. Hayat bu, denge…

     Denge belki de bu sefer karanlık yanlarımızı onurlandırarak, görerek, kabul ederek, sankinleşerek, dinginliği ve sükuneti daha çok hissederek, bilinçlenerek olacaktır. Yoksa ısrarla karanlığı işaret etmezdi yaşananlar.

   Toplum olarak bilinçlenip, farkındalık yaratarak, içimizdeki karanlığı kabul ederek, o dengeye, aydınlığa ulaşacağız. Ne zaman olur bilemem ancak sanıyorum ki biz ne kadar erken idrak edersek, o zaman olacak.

   İçimizdeki karanlığı kabul etmek Anakin’in Darth Vader’a dönüşünü, karanlığını kabul etmek, şefkat göstermekten farkı yok. Yeter ki kendimize de bu denli şefkatli, anlayışlı, kabullenici yaklaşalım…

    Ülkemizde kim Anakin, kim Darth Vader, kim Yoda, kim İmparator tüm bunlar size kalmış. Belki de hepsi bizizdir, ne dersiniz?

     Umut ediyorum ki, o dengeye, karanlıklardan geçip ulaşacağız. Çünkü tüm bu yaşadıklarımız ilahi düzenin bir parçası. Hepimiz o parçaların hepsiyiz. Kendimi ve herkesi olduğu gibi kabul etmeyi; barış, huzur, refah, bereket ve sevgi dolu bir ülke ve dünyada yaşamayı seçiyorum. 

 Sevgilerimle...